9 Nis 2010

ŞÛRÂ SURESİ


ŞÛRÂ SURESİ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ

Şûrâ Suresi ayet 10

Evet, ey müminler!
         Dünyevi olsun, uhrevi olsun herhangi bir emirde ihtilafa düşerseniz, hükmü Allah’a bırakacaksınız. Yani Allah’ın kitabına götüreceksiniz. Ve yahut Allah’ın Resul’ünün sünnetine götüreceksiniz ki, Resullullah’ın katiyu rivayet mütevâtir ( kesin) hadisi şerifleridir. İşte sizlere bildirir. Vasıfta olan zat hem Rabb’imdir ve hem de veliyi emrimdir. Bütün hal ve karımde (harekelerimde) ona mütevekkilim ve dönüşüm ancak ona olacaktır. 

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Şûrâ Suresi ayet 11

İşte yerin ve göğün Halik’ı ve Mucid’i ve yaratanı Yüce Allah’tır. Ve sizin cinsinizden sizlere nisa yaratmıştır. Ve hem de ehli hayvanlarınızı da erkek ve dişi yaratmıştır ki ziyadeleşmelerinden faydalanasınız. Çünkü dişi ile erkek olarak yaratmasaydı, tenasül olmazdı faydalanmayacaktınız. Çünkü tevellüt ve tenasül erkek ile dişinin çiftleşmenin, gösterdikleri sebebiyetten dolayı, zuhur eder.

Yezreükum fihi. Yani bu tekasürde çoğunluk gösterdikleri, cinsel sebebiyetinden olur. Yoksa başka bir şekilde mümkün olamayacağı bi misil ve bila şebih olan Allah’u Teâlâ aynen bildirmiştir. Bu ayeti kerimede Cenab-ı Allah’u Teâlâ kendine benzer bir mabudu kabul eylemediği için, leyse ke mislihi şey’ün ayeti kerimedeki ibaresini kullanmıştır. Yani insanoğlu, Allah’u Teâlâ’nın herhangi bir şeye benzerliğini tefekkür ederse, yanlış fikirde olduğunu, batıl bir mahsula sahiplik ettiğini ve şeytani bir muamele olduğunu, şayet bu muameleyi nefsiyeden dönmezse, delalet üzere helake girdiğini, Cenab-ı Allah’u Teâlâ onun zannettiğinin gayri olduğunu, bi ilmil yakin anlamalıdır. Çünkü sanî mesnuun ve halık ile mahlûkun bezerliği zi şuuri olan kişinin kabulüne şayan olmadığı gibi, hamkaünnas (insanların ahmakları) bile kabul edemez. Zira mesnû ile sanî, halık ile mahlûk aralarında benzerliği olursa, hangisi Halik ve hangisi mahlûk fark etmek için, çok ama çok çalışmak lazım olduğu gibi başkalara da inandırmak hayli delil ve berahini katiye (şüphesiz kati delil) ister. Maalesef yine de kabul edilmez. Yani Cenab-ı Allah’u Teâlâ’nın zatına benzer bir zat ve ismine benzer bir isim ve fiiline benzer bir fiil olmadığı gibi, öyle de zatına benzer başka bir zatın bulunması hiçbir akıl ve fikir ve şuur kabul etmez. Kendi hakikatine ancak kendi bilir. Nasıl ki kelamı kibarda mevcuttur. Zatın birisinden sorulmuş. Ve denilmiş ki: ‘Allah’ın yapamayacağı bir şey var mıdır? ‘Evet’ demiş. Hayretle beklemiş. Cevaben: ‘Kendi zatına benzer ortağı yapamaz’ demiş. 

وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ

Şûrâ Suresi ayet 14
   
Evet, muhtelifi edyan olan yahud ve nasara ve saireleri bila delil ve la berahin. Beğyen ve zülmen ve hududu ilahiyeye mütecavüz olarak, nebiyi ümmiyi kabul etmediler. Eğer Cenab-ı Allah’u Teâlâ daha önce azaplarının yevmi mev’ude kadar kalacağını teahüt etmeseydi ki kıyamet günüdür elbette daha dünyada iken, Cenab-ı Allah’u Teâlâ seri bir şekilde onlara azap gönderecekti. Ve bazı insanlar ki seleflerinden Tevrat’ı, İncil’i miras olarak almışlardır. Onlar da şüpheye girmişlerdir. Çünkü onlar da dini semaviyeye layıkıyla inanmamışlardır. İşte bu ihtilaf ve müteferrikten (parçalanmadan) dolayı; 

فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ

Şûrâ Suresi ayet 15

Bu ihtilaflarına dair Muhammed-ül Resul’e emr ettik ve dedik. ‘Bu milleti dini hanifiyeye davet eyle. Rabbin sana emir eylediği gibi, doğru ol. Müşriklerin havayi nefislerine tabiî olma.’ De ki: ‘Bütün semavi kitaplara inandım emir olundum ki aranızda adaletle hüküm edeyim. Allah’u Teâlâ cümlemizin Halik’ıdır. Herkes ettiği ameliyle muhasebe edilecektir. Şuanda aramızda, herhangi bir cidal (kavga) ve münazara yoktur. Zira hak, din ve hakikat ez heru mine şemsi (güneş gibi) beyan edilmiştir. Ama sizler haset ile inat ederek, dini mübini hanifiyeden istinkâf ederek (kabul etmeyerek) yüzünüzü çeviriyorsunuz. Sizinle cidale girmeyiz. Çünkü mütekebbirsiniz (büyüklük taslıyorsunuz). Elbette rûzi mahşerde Cenab-ı Kadir-ul Kayyumu Vel Camiu Linnas bizleri toplayıp, amellerimizden sual edecektir. Her ne olursa olsun, iyi de olsa sorar, kötü de olsa soracaktır. Gaye hak izharıyla vadih bir şekilde bilinsin. Bütün insanların mehalli rücui (dönüş yerleri) Cenab-ı Allah’ın huzuru ilahiyesi mahkemeyi kübradır.

وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ

Şûrâ Suresi ayet 16

Evet, o insanlar ki dinde mühaseme, münakaşa ve münazaa ederler ki, halkı dini hanifiyeden uzaklaştırsınlar. Dine girdikten sonra, öyle mücadele ediyorlar taa ki çevirinceye kadar onların getirdikleri deliller bi tamamiha batıldır. İndi ilahiyede makbuliyeti yoktur. Allah’u Teâlâ öyle şeylere gadap etmiştir. Ve onlar için, dehşet verici azap vardır. İbni Abbas’ın rivayetine göre; ulemai beni İsrail bu şeniî (kötü) fiilde bulunduğunda Cenab-ı Allah’u Teâlâ bu ayeti inzal eyledi. Ve buyurdu ki; ‘O kavmin getirdikleri delil ve berahin tamamen batıldır, inanmayın, onlara da azabı şedid var.’

اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ

Şûrâ Suresi ayet 17

Evet, O Yüce Mevla’dır ki Kuran-ı Mübin’i sıdık ile ve adaletle nazil etmiştir. Öyle bir kitaptır ki; ahkâmında (hükümlerinde) teşriinde ve ihbarında en sadık ve en doğru bir kitaptır. İhbarlarından birisi de budur ki; kıyametten bahis eder. Elbette kıyamet yakındır, vuku bulacaktır. Buna binaen Efendimiz buyurmuştur ki: ‘ene vesaat kehateyni’ el hadis.
İki mübarek parmaklarını göstermiştir. ‘Bu iki parmaklarım, ne kadar biribirine yakın ise; benimle kıyametin arası da o kadar birbirine yakındır.’ Demesi üzerine akıllı kişi, ahiretine çalışır ve ahiretini ameli salihiyle, mamur eder. Ve ahiretin getirdiği hevl (korku) ve şiddetinden, kendini muhafaza edecektir.


مَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ

Şûrâ Suresi ayet 20

Evet, her kim dünyada iken, ameliyle ahiret sevabını talep ederse, elbette ziyadesiyle sevabını vereceğiz. Ve her kim dünyada iken, amelinin mükâfatını talep ederse, bi kaderil makdur ona vereceğiz. Ama ahirette onun nasibi yoktur. Çünkü daha dünyada iken, ahiret kazancını, dünya methiyle değiştirip, zay etmiştir. Haberi bile olmamıştır, ancak ahirete giderken anlar. Ama ne fayda fırsat elden kaçmıştır.

وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

Şûrâ Suresi ayet 25

وَيَسْتَجِيبُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ

Şûrâ Suresi ayet 26

 Evet, vakta ki ibadullah sıtki niyetle measiden Allah’ın rahmetine inabe ettise (yöneldiyse), Cenab-ı Allah da onun tövbesini kabul buyurur. Ve bununla da iktifa edilmeyip (yetinilmeyip), seyyiatları (günahları), af ettiği gibi, bedelinde tekrar emir edip, haseneler yazılacaktır. O kişiler ki imanla beraber, ameli salihi işlemişlerdir. Allah’u Teâlâ ziyadesiyle fazileti ilahiyesinden onları memnun, dilşad (gönlünü hoş tutacak) ve hoşnut edecektir. Ama kâfirlere, fasıklara münafıklara, facirlere ve münkirlere dehşet verici olarak, azabı cehennem vardır. 

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّةٍ وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاء قَدِيرٌ

Şûrâ Suresi ayet 29

İşte Cenab-ı Allah’ın Vahid’i Mutlak olduğuna, delillerden birisi de budur. Semavat ve erdin icadıdır. Bununla beraber içindekileri de, aynen delili kâfidir diye göstermiştir. Melekler gibi, cinliler havyanlar ve insanlar gibi, tıpkı bunun gibi. Yani nasıl icat etmiştir, öylede haşır edecektir. İcadı eşya nasıl kolay ise, tek bir seyhaylede haşır edip, mahkemeyi kübrayı ilahiyesinde de cemiî edip, ettiklerinden sual edilerek, amellerine göre mükâfat ile mücazat (ceza) vermesine de kudreti kafiyeyi ilahiyesine ki sahiptir bi la şüphe ağır gelmez.

فَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَى لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

Şûrâ Suresi ayet 36

وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ

Şûrâ Suresi ayet 37

وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

Şûrâ Suresi ayet 38


وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ

Şûrâ Suresi ayet 39

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ

Şûrâ Suresi ayet 40

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ مَا لَكُم مِّن مَّلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُم مِّن نَّكِيرٍ

Şûrâ Suresi ayet 47

Evet, bu ayetler çok mühim ayetlerdir. Dikkatle nazar eylemek lazımdır. Çünkü Cenab-ı Allah’u Teâlâ bu ayetlerde mühim olan ahlakı insaniyelerden bahis ediyor. Ve buyuruyor ki:

Ey insanlar!
Sizlere naimi dünyadan (dünya nimetlerinden) ne ki verilmiştir, elbette fanidir. Ve günü gelince zail olup, gider. Hayatınız müddetinde onunla oyalanıp, meşgul olursunuz. Zamanı gelince zail olur gider. Sizler için indi ilahiyede muhafaza edilmiş ecir ve mesubatınız (mükafatınız) bakidir. Hem dünyadan ve hem de içindekilerden daha kıymetlidir. Zira naimi ahiret baki kalıcıdır. Sizler faniyi, bakiyeye tercih etmeyiniz. Elbette akıllı olan kişi, bakiyi tercih eder. Evet, ehli iman ve ameli salihi işleyen, Rabb’ine mütevekkil müminler için en hayırlısı da bakinin tercihidir. O müminler ki günahı kebairden ve fuhşiyattan içtinap ederek, gadap hallerinde bağışlayıcı olurlar. Burada savinin nazarında; af ile hilm (yumuşaklık) mekarimi ahlaktandır (Hz.Muhammed (S.A.V) in ahlakıdır). Bu şartla ki murueti ihlal etmezse ve Allah’ın gadabına mucip olmazsa, şayet murueti ihlal ederse; meharimi ilahiyeye zarar getirirse o zaman gadap lazımdır, hilm yok. Buna nazaran İmamı Şafi’nin sözü vardır ki buyurmuştur: ‘Ğadap icap edildiği yerde, hilm göstermek hamakattır (ahmaklıktır).ve eşekliktir’. Nasıl ki şairin birisi de şöyle demiş: ‘Yeri olmayan yerde hilm göstermek cehalettir.’ Evet, ma nahnu fihimize dönelim. O müminler ki Rabbi Rahim’lerine cevap vermişlerdir. Tevhidi rabbanide sadakatle bulunup, tadili erkânıyla, doğru ve dürüst havf (korku) ile rica (ümid) arasında namazlarını kılarlar. Emri tedbirleri istişare ile mabeyinlerinde (aralarında) devam üzeredir. Acele etmezler Cenab-ı Allah’ın onlara verdiği rızıktan muhtaçlara nafaka ederler. Onlar guruhi fesekaden (fasıklardan) zulüm edildiği vakit, intikamlarını alırlar. Hududu ilahiyeden tecavüz etmeyip, intikamı bil misil yaparlar. Velâkin her kim affı ahlakıyla ahlaklanıp, işi sulha bağlarsa, o büyük sevap kazanmış olur. Bunun mistaki hadisi şeriftir. El hadis: ve ma zadellahu abden bi affun illa izzen yani Cenab-ı Allah’u Teâlâ af edeni aziz eder. Ve sever buyurmuştur. Ama zulmü i’tiyat edeni de sureti katiyede sevmez ve razı değildir. Evet, bundandır ki Cenab-ı Allah’u Teâlâ buyuruyor ki: Rabb’inize ibadetle, taatle, ifayı evamiriyle (emirlerini ifa ile)  kabule şayan bir şekilde cevap veriniz. Öyle bir günde önceki o günden geriye dönüş mümkün olamaz. Allah’ın emri vakiiden kurtuluş gayri kabildir. Allah’ın huzuru ilahiyesinden başka me’va ile makamı hellas (kurtaracak makam) da yoktur. Vaki olan, azabı da red eden olamaz. Netice itibarıyla müminin sıfatı; ameli salihi işlemek, Allah’ın rızasına muvaffakiyet göstermek, muhalifati ilahiyeden içtinap eyleyip (uzak kalarak) korku üzere ve muhasebe içinde imrarı hayat edilmek, halk ile iyi muamelede bulunmak. Hakkı tanıyıp, hukuku gözetmek, hududu ilahiyeyi muhafaza etmek. Kendini herkesten dun (aşağı) görmek. Mütekebbirane (büyüklük taslayarak) söz etmemek. Nefsine hâkim olmak. Ve sair ahlakı hamidyede bulunmaktır.

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ

Şûrâ Suresi ayet 49

أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَن يَشَاء عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ

Şûrâ Suresi ayet 50

Evet, yerin ve göğün mülkiyeti Allah’u Teâlâ’ya mahsustur. Yer ve göğün içindekilerin halk ve icadı kudreti ilahiye iledir. İîta ve imsak yaddi kudretine bağlıdır. Onun vermediğini, kimse veremez. Ve verdiğini de kimse red edemez. Dikkat eder misiniz ki Cenab-ı Allah’u Teâlâ kimisine kız çocuğu verir, kimisine de erkek kimisine de hem kız ve hem de erkek çocuk verir. Ve kimisi de akım bırakır. Yani çocuk vermez. Demek oluyor ki Allah’u Teâlâ ilim ve kudretiyle kime neyi layık ve meslihat (selahiyetli) görürse onu ihsan eder. Cenab-ı Allah’u Teâlâ irade eylediği herhangi bir şeyin geriye çevirip, tebeddül (değişmek) etmek ve yahut kabul etmemek ve yahut itiraz etmek kesinlikle mümkün olamaz. Bunun mistaki ise şu kavlu şeriftir. 

أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الأمُورُ

Şûrâ Suresi ayet 53

Yani agâh olunuz şeytan ile nefse yol vermeyin. O melunların vesveselerine mübalat eylemeyin. Bütün emir ve idare ile tedbir ne ki varsa bi tamamiha Allah’a döner. Ve Allah’ın yeddi kudretine bağlıdır. Maniyet yoktur.

Bediûzzaman Said Nursi Talebelerinden Fakih Şükrü zâde
Muhammed Nuri ÇELİK





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

E=mc2 ?

Güneş Sistemi

Güneş Sistemi
Üstteki resimle bu resim arasındaki benzerliği farketmişsinizdir Güneş Sistemi de diğer sistemlerle birlikte bir merkez etrafında dönmektedir. Ancak biz henüz bunu keşfedemediğimizden bu sözün bilimsel bir dayanağı yoktur.

Cevşen