17 Nis 2010

FATİHA SURESİ



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ﴿١


الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ﴿٢﴾ الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ﴿٣﴾

مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ﴿٤﴾إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ﴿٥﴾

اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ﴿٦﴾

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ

غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ﴿٧


Bismillahirrahmanirrahim {1}


الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Evet, bu cümleyi okuyup ikrar eden bir şahıs, Allah’ın verdiği terbiye ile yaşadığını itiraf etmiş olur. Zira o şahıs da âlemin içinde bir fert olduğu malumi en’amdır. Herhangi bir şahıs Allah’ın rububiyyeti ve terbiye edici olduğunu bilip ikrar ettikten sonra, verilen terbiyenin dışına bil-ihtiyar çıkarsa akılsızlık yapmış olduğu gibi, ikrarını da bozmuş olur. Bununla beraber, Allah’ın bu sıfata sahip olduğunu ma’nen reddetmiş olduğu gibi, terbiye ediciliğini de kabul etmeyip, bir acz sıfatını Allah’a isnat etmiş olur. Bu acz sıfatı bir sıfatı nakısedir (noksanlık- eksiklik sıfatıdır). Sıfatı nakiseyi Allah’u Teâlâ’ya isnat eden bir kimsenin ise küfrü şüphesizdir. Zira rububiyyeti mutlaka ancak ve ancak Allah’a mahsustur. Müfessel bu yazdığımız, cümleler ile kalem ve mürekkep sanî’lerine delil olduğu gibi, aynen öyle de bu âlemi kebir ki kâinattır ve âlemi sağir ki insandır; Allah’ın var olduğuna ve bir olduğuna delili kâfidir. Şayet tebiiyyun ile maddiyyunların dedikleri tasdik edilirse her şeye mahsus Rabbi Mucid lazımdır. O vakit, kâinat varlığında ne varsa birer mâ’budi mahsusa lazımdır. Bu ise mahal ender mahaldir. Zira taâdudu ilahiyat (ilahi zulüm), kâinatı herec merec (harab) eder. Nitekim Cenab-ı Allah’u Teâlâ


لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا

فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

buyurmuştur. (Ayet 22 Enbiya suresi)

Yani, şayet Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ile gök fesada girerlerdi. Yani mahvolup, nabud olarak giderlerdi. Ve görünmez olurlardı.



الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ ٭ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ

Evet, ‘yevmiddiyni’ ikrarı lazım olan ahiret günüdür. Çünkü her ziruhun (canlının) sonu var olduğu gibi, bu dünyanın da elbette sonu vardır ve mutaâdit ayetler buna natıkdır. Yeri gelince zikredilecektir inşallâhû Teâlâ. Yani bir insan Fatiha-yı şerifeyi okuduğu zaman, Cenab-ı Allah’ın ahiret gününün yegâne mal, mülk sahibi ve hâkimi mutlak olduğunu tasdik etmiş olur. Böylesi bir insan ikrar etmiş olduğu yevmi ahirete neler lazım olduğunu araştırmaz mı? Bu lüzumlu olan şeyleri elde etmeye çaba göstermez mi? Malıyla olsun, diliyle olsun, bedeniyle olsun, çalışıp sa’yini (emeğini) harcayıp lüzumlu olanları elbette kazanması gerekir. Yoksa; mal, mülk, evlat, etraf fayda vermeyecektir.



إِيَّاكَ نَعْبُدُ

Bu hitapla, Allah’ın ibadete mahsus olduğunu bildirmektedir. Evet, bunun tasdiki diğer ayetlerde de mevcuttur.
‘Ve ma halaktül cinne vel inse illa li ya’buduni’ ( Zariyat Suresi, 56 ıncı ayet)
buyurmuştur.
Yani, ‘Ben cin ve insi yaratmadım, illa yarattım ki bana kulluk görevlerini yapsınlar.’ Yani ilahi emir neyse mehma emken (olabildiği kadar) ifasında bulunsunlar. Mehma emken dediğimizden gaye bu oluyor ki; Cenab-ı Allah’u Teâlânın insanların gücü haricinde, yani nefsin takat getirmeyeceği herhangi bir teklifi yoktur. La yukellifullahu nefsen illa vus’âha (Bakara suresi, 286 ıncı ayet) buna işarettir. Hal böyle olunca nefsin veya şeytanın malhulyalarının (vesveselerinin) peşine gitmek veya karinusuyun (Yani “Ahlakı Kur’ana muhalif olan kişilerin”) sözlerini dinleyip, hidayet yolunu terk edip, bunların peşine takılıp imrarı hayat eylemesi,(hayatını geçirmesi) şahsın Allah’a verdiği ahdından geri dönmesi demektir.

Ve iyyake na’budu’nun; mühim olan manası bu oluyor ki; Ya Rabbel âlemin yalnız ve yalnız ibadetim sanadır. Evet, burada çok mühim bir noktadan bahsediyoruz ki: ‘iyyake’nin’ şeddesi hafif yani şeddesiz okunursa okuyan kişi eğer âlimi bil mana olursa (manasını bilirse), kâfir olur. Cahili bil mana olursa (manasını bilmezse), büyük günah işlemiş olur. Çünkü şeddesiz ‘GÜNEŞ’ manasındadır. Yani güneşi mabud ittihaz edenlerin zümresine dâhil olmuş olur. Hafizanallahu (Allah muhafaza buyursun) âmin.

Zira Kuran’ı okuyanın O’nu okurken tefekkür yani manay-ı dikkatle okuması gerekir. Zira Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: ‘rübbetalin yetlüvul kur’ane vel kur’anu yel ânuhu’ yani çokça Kur’an’ı okuyan kişiler vardır ki; Kur’an-ı mübini okurken, Kur’an bizatihi ona lanet okuyor. Bu lanetin sebebi ise, okuyan kişinin Kur’anın getirdiği yasaklardan sakınmamasıdır. Ancak okuyanın bundan haberi bile olmaz. Çünkü bu yasaklar (Kur’anın getirdiği yasaklar) onun yaşam tarzı haline gelmiştir. Hâlbuki bir insan Kur’an’ı okurken aklen, ruhen, kalben, okumalıdır. Tefekkürü mâna olmazsa Kur’an’dan bir şey anlaşılamaz.



وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

Yani “ya Rabbel Rahim’im” yalnız ve yalnız yardımı senin zatı muallândan talep ediyorum. Zira muîni mutlak sensin. Yani her ne kadar biz peygamber efendimizi (s.a.v.) vesileyi icabeti dua eder isek de kabulgâh yine rahmeti ilahiyendir. Nasıl buyurmuşsun ki:


وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ

وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ
جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ

وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّاباً رَّحِيماً



Nisa Suresi 64.ayet

Evet, bu ayetin delaletiyle ve işaretiyle ve verdiği ifa-i meram manasıyla Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizi vasıtayı kabulü dua eder isek de; yine hakikat-i kabul Allah’a mahsustur. Yani dilerse kabul buyurur, dilerse reddeder. Velâkin, sevdiği bir abdini ve kulunu reddetmek onun şanı âlilerinden uzaktır. Zira bir insan sevdiği dostunu kırmaz ve isteğini imkân dâhilinde kabul buyurur. Böylesi bir fazilet ve ihsana elbette Cenab-ı Allah’u Teâlâ daha ziyade layıktır. Çünkü kendisi iyilik yapmayı emretmiş iken ‘vehsin kema ehsenallahu ileyke.’ Buyurmuş iken; nasıl oluyor da ihsanı, iyiliği yapmasın. Manayı ayet (ayetin manası) şudur: Cenab-ı Allah’ın sana ihsan eylediği gibi, sende ihsan eyle. Yani azalarını gayri meşru yollarda kullanma, yani hakikati dinle, hakikati konuş, yerine göre söyle, hakikate çalış, Hakka hak için yardımcı ol ki; bu konuda ilahi emri ifa etmiş olasın yoksa mesuliyet ağırdır.


اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ

Evet, bu münacat Cenab-ı Allah’u Teâlâ’dan çok ama çok mühim bir yere varmayı talep eylemektir ki; böyle talebin lazımları çoktur. Evvela doğru olması, saniyen (ikincisi) yasaklardan yani Memnuati ilahiyeden ilahi yasaklardan ictinab ederek (kaçınarak) uzaklaşması, salisen (üçüncüsü) hiçbir varlığın hak ve hukukuna tecavüz etmemesi, rabian (dördüncüsü) bu doğru yola girmenin herkese nasip olmasını hulusi kalp ile Cenab-ı Allah’tan dilemesi ile olur. Velâkin istemenin usulü var ki; yolunda bulunmaktır. Yani dileği kabul edenin ki; Cenab-ı Allah’tır, rızası doğrultusunda hareke edip, O Yüce Zata karşı aczini, zü’funu, (zayıflığını) güçsüzlüğünü idrak ederek bildirmektir. Yoksa gemi karada yürütülemez. Gemiye deniz gerek. Kanatsız kuş uçmaz, uçmaya kanat gerek, yolunda bulunmadan kapı çalınmaz, kapıyı çalmak için yolunda bulunup kapıya yanaşmak gerek, ondan sonra kapı sahibine korku içinde tederrüh (içten ve korkuyla) ve niyaz içinde sesini duyurmak gerek, fakat dönüşte gam - kin olmamak lazımdır. Zira kabul ile red onun(kapıya gelenin) değil Yüce Mevla’nın şanıdır. Nasıl dilerse öyle yapar. Çünkü buyurmuştur O yüce Mevla ‘inne ke la tehdimen ahbebte ve lakinne lahe yehdi men yeşau’ (Kasas suresi, 56. ayet) Yani ‘Ey Nebiyim Muhammed (s.a.v) sen sevdiğini hidayete kavuşturamazsın.’ Ancak Allah’u Teâlâ Celle Şânuhu dilediğini hidayete kılar. Mahane mahal yoktur. Yani meşakkete girmenin faydası yoktur.


صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ

Bu ikinci münacat, hangi yolun daha doğru olduğunu beyan etmektedir. Çoğunluk zamirinden maksat; enbiya, evliya, ulema, şüheda ve sülehalardır (Salihlerdir). Evet, bu insanların takip ettikleri yolun seçilmesi ve arzu edilmesi kolay değildir. Çünkü bunların meşrebiyle hemmeşrep olması ve ahlaklarıyla ahlaklanması, gerçek olarak bu insanların hangi tâife ne yapmış iseler; taklidi de olsa aynı veya benzeri yapmak gerekir.

Mesela; enbiyâlar Cebrâil (a.s) vasıtasıyla semavi kitapları hasebel icap peyderpey öğrenip, Allah’ın kullarına bildirip, kulları Allah’a kavuşturmaya sebep olarak vuslat kapısını açarak Hâlık’ı halka sevdirip Cadde-i Kübra’yı ilâhiyeyi açarlar. Ulemâlar ise; herkesten ziyade Allah’tan korkarak, peygamberlerin mirasçıları olarak hem semâvi kitapların muhteviyatlarını ve hem de peygamberlerin seçkin sözlerini halka tebliğ ederek Hâlık’ı Zülcelâl’ı rahmet, şefkat, günahları bağışlamakla ve âsi olanların tövbe ettikleri zaman tövbenin üzerinde durmak şartıyla kabul buyurmasıyla sevdirirler. Peygamberleri ise; günah işlemişlerin tövbe ettikleri halde şefaat etmeleri ve ümmetlerine rûzi mahşerde (mahşer gününde) îman ve delîli tam olmalarıyla sevdirirler. Bunun müsdakı (doğrulayıcı) ise ‘inemel ülemeu veresetül enbiyal’ el hadis , ‘innema yahşellaha min ibadihi el ülema’ (Fatır suresi, 28. ayet) el ayet. Ve diğer müsdak ise ‘innel lâhe yuhibbut tevvâbine ve yuhibbul mütedahhirîne’ (Bakara suresi,222. ayet) el ayet, ğafirizzenbi ve kabilittevbi müsdaklarıdır. Yani ulemâlar, (Rahimehumullâh) peygamberlerin mirasçıları olarak yola çıkmışlardır. Bundandır ki efendimiz (s.a.v) buyurmuşlardır ki : ‘men ahabbe alimen fekad ehabbeni ve men ebgade alimen fekad ebgadani ve men safaha alimen fekad safahani’
Yani, herhangi bir kişi, âlimi severse; beni sevmiş olur. Âlimden nefret ederse; benden nefret etmiş olur. Âlimin elinden tutup, merhaba ederse; elimden tutmuş olur. Ayetlerin manası ise; Cenab-ı Allah’u Teâlâ tövbe edeni ve günahlardan arınanı sever. Elbette ki, sevdiği kulunu cehennemin azabıyla azaplamaz. Cenab-ı Allah’u Teâlâ günahları bağışlayıcıdır. Tövbeleri kabul edicidir. Yeter ki, kul tövbe edebilsin ve günahların bağışlanacağına inanarak Allah’a dönüş yapsın. Evet, şüheda ise; Müslüman olarak i’layı kelimutallah için muharebenin hattında ve cephesinde gayri müslimlere karşı savaşarak, can siperane, şöhreti düşünmeden can verendir. Bunlar için Allah’ın buyruğu budur.
‘ve lâ tekulu li men yuktelu fi sebilillâhi emvâtün bel ahyâün velâkin lâ teşkurûn’(Bakara suresi, 154.ayet) el ayet

Bu guruhi şüheda için ölüm değil, belki tebdili mekân vardır. Her kim ve cahidu fillahi Hakka cihadihi nezmi celiline girerse bu zümreyi şühedaya ilhak olur. Ama en büyük cihat nefisledir. Zira efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: ‘el mucahidu men cahede nefsehu el mucahidetu bezrul muşahideti’
Yani mücahit nefsiyle mücadele edendir. Burada mücahit olan, ahirette ise; cemali ilahiyeye müşahit olacaktır. Evliyalar ise; Cenab-ı Allah’u Teâlâ haklarında şöyle buyurmuştur: ‘elâ inne evliyâ ellâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hüm yahzenûn’
Yani evliyadan maksat Allah’ın emirlerini bilip ve takip etmek ve bu insanların nasıl ve ne şekilde Allah’a ve Allah’ın cemâline vasıl olduklarını anlayıp, o zümreye dâhil olmasına çaba göstererek, o evliyaları huzuru Kübra-i ilahide mahzun etmemeye çalışmak lazımdır. Zira evliyaların izini takip ederek, o guruhi hası ilahiyeye dost olmak çok büyük ama çok büyük bir nimettir. Zira Allah’ın verdiği söze nazaran, onlar için korku yoktur.
Bu korku hangi korkulardır? Evvela dünyayı denieden çıkarken imanla mı yoksa imansız mı çıkacak? İmansızlıkla çıkmanın endişesi o guruhi evliyaya yoktur. Saniyen (ikincisi), kabre girerken münker ve nekirin sordukları asanla cevaplanır mı? Yoksa yok. Onlarda bu cevapsızlaşmanın endişesi yoktur. Salisen (üçüncüsü), dirilip haşire giderken sıfatı insaniye de mi yoksa sıfatı hayvaniye de mi huzuru kübrayi ilahiyede bulunacaktır? Çünkü peygamber efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: ‘en nasu kema taişune temutune ve kema temutune tahşerune’ (hadisi şerif)

Yani herhangi bir fikirle insan yaşarsa fikri ve hayali ile niyeti hangi bir hayvanın ahlakına benzerse rûzi mahşerde (mahşer gününde) o hayvanın sıfatıyla ve şekliyle haşire gider, zira mezarda iken o hayvanın şekline girmiş olur ki; mezardan kalkarken o hayvanın şeklinden kalksın. İşte bu tebeddül endişesi zümreyi evliyaya yoktur. Rabian (Dördüncüsü;) Resulullah’ın şefaatine nail olup olmamak korkusudur. Bu korku evliyalara yoktur. Çünkü onlar dünyada iken kendilerini Peygamber Efendimize (s.a.v) sevdirmişlerdir. Ve onun sözünü dinleyerek ifayı emretmişlerdir. Efendimizin sünnetiyle kalkıp oturmuşlardır.


وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا

Haşr Suresi ayet 7

Emri ilahiyeyi tamamen kabullenip ifa etmişlerdir. Yani Resulullah’ın size yapın dediğini yapacaksınız, yapmayın dediğinden ictinab ederek sakınacaksınız. Bu emri hümayun üzerine imrarı hayat etmişlerdir. Hamisen (Beşincisi), Allah’ın rızasına mazhar olmuşlar mıdır, yoksa değil? Bu endişe de yoktur. Sebebine gelince o evliyalullahlar dünyada iken rızayı ilahiyeye muhalefet göstermemişlerdir. Çünkü onlar Kuran’ın özüyle amel işlemişlerdir. Sünneti Resulullah’a muvaffakiyet ederek imrarı hayat etmişlerdir. Sadisen (Altıncısı), onların dostlarını onlardan ayırıp ayırmamalarıdır. Bu endişe de yoktur. Sebebi ise; dostlardan ayrılış mahzuniyetin peyda olmasına vesiledir. Hal böyle olunca Cenab-ı Allah’u Teâlâ o guruhi muhlisini mahzun etmemeye söz vermiştir. Mühim olan, o muhlis olan cemaati muttakine dost olmak ve onların gönlünde nokta haline girip yer almak. Böyle olunca, yani bu dostluk bu şekilde olunca artık endişe yoktur. Zira Cenab-ı Allah’u Teâlâ onların dostlarını onlardan ayrılmakla onları mahzun etmemeye söz vermiştir. Sabian (Yedincisi) cennet makamlarına girerken acaba Allah’ın cemalini ziyaret etmeye veya etmemeye endişesidir. Bu korku da yoktur nedeni ise; ayeti kerimede mahzun olmamanın sözü vardır ‘ve lahüm yahzenün’ buyurmuştur. Elbette ki Cenab-ı Allah’ın Cemâli İlahiyesini görmezlerse mahzun olacaklardır. Encamî Kelam, bu cemaati muhlisine herhangi endişeyi korku yoktur ve salihinden gaye ise; insan Allah’a layık bir şekilde amel işlemek lazımdır. Ameli salih, sahibini Allah’a layık bir kul eder. Bir abdi muhlis eder, abdi muhlis ise; ‘indi ilahide büyük bir şeref ve menzilet üzeredir. İmkân dâhilinde şaibei haramdan ve yasaklardan sakınarak, nefsin muhalifi olarak, imrarı hayat ederek Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır.


غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ

Bu cümleyi şerifede buna işaret vardır ki: Cenab-ı Allah’ı Teâlâ Salih kullarını menfur olan insanlarla hem nefes olmaktan men ediyor. Zira gadebi ilahiye haiz olanlar; cehenneme müstahak kılınmışlardır.
Salih olanlar ise; cennete gireceklerdir. Beraberlikleri ise, salihi de cehenneme dâhil eylemeye sebep olabilir. Çünkü efendimiz (s.a.v) bir hadisi şerifinde buyurmuştur ki: ‘vahfezu min karinissui’ Yani kötü ahlaklı arkadaştan sakınınız. Diğer bir hadiste ‘el mer’u ala dini halilihi’ kişi dostunun diniyle mütedeyyin olur. Ve dostun dini ne ise o da o dinden sayılır. Diğer hadisi şerifte: ‘el mer’u yu’rafu bi karinihi’ Yani kişi arkadaşıyla belli olur. Yani arkadaşı iyi ise o da iyidir, kötü ise o da kötü demektir. Evet diğer yandan Cenab-ı Allah’u Teâlâ ‘ve la tuti’ men egfelna hu anzikrina’ (Kehf suresi,28.ayet) buyurmuştur. Burada zikirden gaye ibadettir. Herhangi bir insanın kalbi mühürlenip Allah’ın ibadetinden istinkâf ederek yüzünü çevirmiş ise; siz de müslüman olarak ona itaat eylemeyiniz. Yani dostluk yapmayınız. Davetine icabet etmeyiniz. Çağırdığı cemaatine hazır olmayınız, ona meyli muhabbet etmeyiniz, onu medh ile senada bulunmayınız. Zira bu insan zalimlerden sayılır. Binaenaleyhi Cenab-ı Allah’u Teâlâ ‘ve la ter kenu ilellezine zelemu fetemese kumunnaru’ (Hud suresi, 113.ayet) yani zalim olanlara meyli muhabbette bulunmayınız ki; cehenneme girmeyesiniz. Zira zalim olana az bir meyli muhabbet ve saygı insanı cehennemlik eder. Nasıl ki peygamber efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: ‘ve la temdehül fissake innel lahe la yuhibbul med dâhin’ yani siz fasıkları medh eylemeyiniz. Zira Cenab-ı Allah fasıkları sevmediği gibi, onları medh edeni de sevmez. Bu konu çok mühim bir konudur. Bir kere dikkat etmek lazımdır ki, Fatihayı şerifede; bu menfurlardan sakınma talebi var ve kesindir. İbret verici bir nokta daha var ki; bir insan hem sakınmak talebinde bulunup ve hem de beraber olmak, ne kadar cayi ibret ve cayi hayret olduğunu idrak sahibi elbette ki anlar. Bu konuda çok geniş ayetler vardır. İnşallahu Teâlâ yeri gelince hasabul icab zikir edilerek beyan olunacaktır.


وَلاَ الضَّالِّينَ

Bu cümle de guruhi daline işaret ederek onlardan sakınmanın gereğini beyan eder. Cenab-ı Allah, nefsine meftun (tutkun) ve tabi olan kişilerden uzak durmak lazım olduğunu ve havai nefsin istediği doğrultusunda hareke edenlerden uzak durmasını, rahi hidayeti terk edip, delalet yolunu her ne bahane ile olursa olsun tercihen kabul ederek devam edenlerden sakınmak gerektiğini buyurur. Çünkü yol ikidir. Durak da ikidir. Birincisi ve en makbulü Cadde-i Kübra-ı islamiyettir. Durağı ise; cennettir. İkincisi; çapraşık, meşakkatli, zararı çok olan, nefis ile şeytan ve tagudların yoludur. Durağı ise cehennemdir. Seçenek ise akıl ile olacaktır. Zira akıl ile yola çıkarsa; kalbdeki lümei rahmanı çalıştırması ile Kuran-ı Kerim’e uyum sağlamış olur. Amel de ona göre olup; Allah’ın rızasına muvaffakiyet bularak zikri geçen enbiya ile ulema, evliya ile şüheda ve salihlerle beraber olacaktır. Buna şüphe yoktur. Zira geçmiş hadisler gibi Efendimiz (s.a.v) buyurmuşlardır ki: ‘el mer’u me a men ehabbe’ yani kişi sevdiğiyle beraberdir. Yoksa guruhi dalına itaat ederek imrarı hayatı tercih ederse kişi o vakit onların hesabıyla hesaplanacak ve onların gideceği yeri de boylayacaktır ki; nâr-ı cehennemdir. Çünkü daha dünyada iken şahsın tercihi bu imiş ‘fetteku ennarelleti ve kuduha en nasu vel hicaretu uiddet lil kâfirin’ ( Bakara suresi, 24.ayet)
Manayı ayet (Ayetin manası) şudur: ‘Ey âdem zade insanlar gelecek öylesi bir ateşten kendinizi vikaye (koruyunuz)ediniz ki onun yakıtı insanlar ile taş kömürüdür. Ama bu ateş kâfirlere mahal olacaktır, va’di sübhaniyesi buna işarettir. Cenab-ı Allah bütün müminleri ve bizleri de muhafaza buyursun. ÂMİN…

Evet, bu kelime yalvarış bir kelimedir. Manası şudur: “istecib dua ‘ena ve ma kare’na minel’ fatihati şerifeti” Yani “Yarab! Fatiha süre-i şerefesinde okuduğumuz, zati âlinize ait olan hamdu senalar ile zatınıza layık olan bütün mahlûkların ibadetleri takdis ve tenzihlerini ikrarımızla sana has olması, manen sakındığımız sapık insanların yollarından muhafaza edilmemizi Muhammed peygamber efendimizi (s.a.v) şefaatçi ederek deryayı rahmetinizin kapısını çalarak iltica eyledik Yâ Rab! kabul buyurmanız matlubu acizanemizdir. Zira bab-i rahmetinden başka melce’ (sığınacak yerimiz) ve me’vamız (mekanımız) yok olduğu ikrarımızdır.
Burada Fatiha suresi hitam (son) buldu.
Bakara Suresinden seçtiğimiz ayetlerle devam edilecektir. İnşaallahu Teâlâ.

Bediûzzaman Said Nursi Talebelerinden Fakih Şükrü zâde
Muhammed Nuri ÇELİK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

E=mc2 ?

Güneş Sistemi

Güneş Sistemi
Üstteki resimle bu resim arasındaki benzerliği farketmişsinizdir Güneş Sistemi de diğer sistemlerle birlikte bir merkez etrafında dönmektedir. Ancak biz henüz bunu keşfedemediğimizden bu sözün bilimsel bir dayanağı yoktur.

Cevşen